hayatı romantize etmek
çünkü hayat, fark edene kadar sıradan; fark ettikten sonra ise bir mucizedir.
hayatı romantize etmek.
bu cümleyi duyan çoğu insanın zihninde hemen bir sahne beliriyor: sabah altıda uyanan biri, elinde seramik kupasında kahvesiyle pencere kenarında kitap okuyor. gökyüzü pastel tonlarda, saçlar estetik bir şekilde dağınık topuz. odada loş ışıklar, yakılmış mumlar, kuru çiçeklerle süslenmiş köşeler var.
ama gerçek hayat bundan çok uzak. çoğu insan sabah alarmını kapatır kapatmaz hızla bir şeyler giyinir, fırından aldığı simidini çantasına tıkıştırır ve kalabalığın içinde bir yerlere yetişmeye çalışır. hayat, çoğumuz için karmaşık, yorucu ve çoğu zaman sıradandır. işte bu yüzden, hayatı romantize etmek bir ayrıcalık değil, bir fark ediştir.
hayatı romantize etmek, yaşadığın hayatın içinde anlam bulmayı seçmektir.
varlığını hissedebilmektir. yatağından sağlıklı bir bedenle kalkabiliyorsan, bu bir mucizedir. aç karnına içtiğin bir bardak çayın mideni yavaş yavaş ısıtması, güne başlama anının küçük bir kutlaması olabilir. otobüs yolculuğunda kulaklığını takıp dışarıyı izlerken, kendi hayatına dışarıdan bakabiliyorsan — işte o an, hayatı romantize ediyorsundur.
çünkü romantize etmek, yaşadığın şeyleri olduğundan farklı göstermek değil; onların zaten ne kadar değerli olduğunu fark edebilmektir. çok büyük şeyler olmasına gerek yok. bazen sadece yürürken yaprakların hışırtısını duymak yeterlidir. bazen yağmurdan sonra toprağın kokusunu içine çekmek, ya da sokakta karşılaştığın bir kedinin sana doğru yavaşça yürümesini izlemek.
hayatı romantize etmek, bir anlamda şükranla yaşamaktır. ama bu sahte bir pozitiflik değil. kırıldığın yerleri, eksik parçalarını da yanına alarak kendine şefkatle yaklaşmaktır. “bugün de böyle geçti ama hala buradayım” diyebilmektir.
yorgunsundur ama seni örten bir battaniyen vardır. mutsuzsundur ama sevdiğin o eski şarkı hala sana iyi gelir. ve o şarkı çaldığında, her şeye rağmen hala yaşadığını hatırlarsın. işte romantizm tam da buradadır.
hayatı romantize etmek, varoluşuna tanıklık etmektir. bu dünyaya yalnızca bir kez geliyoruz. ve ne zaman gideceğimizi bilmiyoruz. bu bilinmezlik içinde her yeni gün, yeniden başlama ihtimali taşır. her sabah, sana yeniden yazılabilecek bir hikaye sunar.
sen o hikayeyi seçtiğinde değil, onu fark ettiğinde başlarsın yaşamaya.
bir sabah yatağından kalkarken şöyle düşün: “bugün bana yeniden verilmiş bir gün.”
gün ne kadar sıradan olursa olsun, senin onu nasıl gördüğün her şeyi değiştirir.
hayatı romantize etmek işte budur: sıradanı olağanüstü kılmak değil, zaten olağan olanı hatırlamak.
ve belki de bu yüzden romantize etmek, herkesin hakkıdır. zenginliğe, boş zamana, mükemmel bir hayata gerek yoktur. yalnızca biraz farkındalık, biraz kalp açıklığı gerekir. biraz durmak, biraz bakmak, biraz hissetmek...
hayatı romantize etmek; her yeni günü bir devam filmi gibi değil, yepyeni bir başlangıç gibi görebilmektir. geçmişi sırtında taşımak değil, kalbinde yumuşatarak yürümektir. kendini sahnenin kenarından izlemeyi bırakıp başrol koltuğuna oturmaktır. bu başrol alkış istemez, süs istemez. yalnızca şimdinin kıymetini bilmeni ister. yarını düşünmeden, geçmişi suçlamadan, bugününle el sıkışmanı ister.
hayatı romantize etmek; her şeyin anlamını sorgularken anlam aramaktan vazgeçmek değil, her şeyde küçücük bir kıvılcım yakalayabilmektir. kimi zaman bu kıvılcım, sadece battaniyenin altından çıkan ayak parmaklarında hissedilen huzurdur.
kimi zaman yıllardır konuşmadığın biriyle sokakta göz göze gelmektir.
bazen de yalnızca alarmı kapattıktan sonra, birkaç saniyelik sessizlikte boşluğa baktığın andır.
çünkü o an senindir.
o anın tanığı sensindir.
ve bu tanıklık, yaşamaya başladığının en sade, en gerçek işaretidir.
çünkü hayat, sen fark ettiğinde değişir.
ve her fark ediş, yeni bir başlangıçtır.