aşkı hepimiz istiyoruz. birinin gözlerimizin içine bakarken içimizi görmesini, hiçbir şey demeden ne hissettiğimizi anlamasını, kalabalığın ortasında bile bizi fark etmesini. elimizi tutmasını, başımızı okşamasını, “seninleyken dünya daha sessiz” demesini. içten içe, bütün o alaycı gülümsemelerimizin, soğukkanlı cümlelerimizin, "ben yalnızlığı severim" iddialarımızın altında bunu bekliyoruz. sosyal medyada denk geldiğimiz o romantik videoları izlerken gözümüz doluyor bazen, içimizden "keşke" diyoruz. ama sonra iş gerçeğe döndüğünde kaçıyoruz.
"bu devirde sevgili mi yapılır ki?"
"zaten ya aldatır ya da terk eder."
"erkekler midemi bulandırıyor."
"ben aşık olamam, bana göre değil."
"doğru kişi gelsin, zaten anlar beni."
işte tam burada içimizdeki çatışma başlıyor. çünkü aslında tam da o "doğru" kişi gelsin istiyoruz, ama bir yandan hiçbirine şans vermeyecek kadar da duvarlarımızı yükseltmişiz. kalbimizin önüne “girilmez” tabelası asmışız, ama gizli gizli de birinin o tabelayı görmezden gelmesini bekliyoruz. o kişiyi hayal ediyoruz hatta: uzun boylu, yakışıklı, sadık, zengin, karizmatik, güvenilir, asla yalan söylemeyen, her an ne hissettiğimizi bilen ve tabii ki yalnızca bizi isteyen biri ama itiraf edelim: böyle birini ne bu dünyada ne başka bir evrende bulamayacağız. çünkü mükemmel insan yok. biz de dahil.
bu kaçış aslında kendimizden kaçış. belki bir zamanlar birine kalbimizi fazla açtık, fazla güvendik, karşılığında da sessizliği, ihanetin soğukluğunu ya da “ben hazır değilim” cümlesini duyduk. belki çocukken evde her gün suskunluk ve kırgınlık arasında geçen bir ilişkiye şahit olduk. belki de çevremizdeki insanlar sadece yalnız kalmamak için “bir ilişki gibi duran” şeylerin içinde debeleniyorlar. ve biz sanıyoruz ki aşk dediğimiz şey ya masallarda kalmış ya da sadece instagram reelslerinde var.
ama en büyük yanılgı şu. aşka inanmayı bırakınca kendimizi koruduğumuzu sanıyoruz. oysa sadece kendimizi hayattan uzaklaştırıyoruz. yalnızlık, bir seçim değilmiş gibi davranıyoruz ama aslında her ret, her geri adım, her fazla beklenti bir tercihe dönüşüyor. ve günün sonunda “neden kimse beni sevmiyor?” diye ağladığımız gecelerde o tercihlerimizin soğuk yankısıyla baş başa kalıyoruz.
gerçek şu ki, aşk cesaret ister. risk ister. açık kalp ister. mükemmel birini değil, kendine dürüst birini bulmayı ister. ve evet, bazen kırılacaksın. bazen umduğun gibi gitmeyecek. ama bu, hiç denememekten daha acı değil mi? kalbini bir daha kimseye açmamak mı daha güvenli, yoksa belki de seni gerçekten görecek biriyle karşılaşma ihtimali mi daha değerli?
bütün erkekler kötü değil. bütün kadınlar da sahte değil. iyiler var. hala sevmeyi bilen, kırmaktan korkan, güveni öncelik yapan insanlar var. ama onları bulmak için önce senin kalbindeki eski cümleleri silmen gerekiyor. ben aşık olamam. kimseye güvenemem. zaten hep aldatıldım.
hayır.
sen sevebilirsin.
güvenebilirsin.
ve bu sefer, sevildiğini fark ettiğinde kaçmak zorunda değilsin.
aşk sana gelmiş olabilir. belki kapındadır. ama sen hala geçmişin zincirleriyle içeriden kapıyı tutuyorsundur. ve eğer o zincirleri çözmezsen, aşk sadece seni değil, bir ömrü eksik yaşatır. çünkü aşk kaçılmaz bir kader değil, cesaretle seçilen bir ihtimaldir.
kaçma.
çünkü belki de bu sefer gerçekten olabilirdi.
ve dilerim ki, kalbini açmaya cesaret ettiğin anda en hak ettiğin, en içten, en huzurlu aşk seni bulur.